“Daha saat bir ya. Böyle yoğun gün görmedim.”
“Yıl sonunda öyle olur. Yılbaşında bak bir de.”
“Yılbaşının ne farkı var? Eylül abla, ateşin var mı?”
Sigarasını yaktım.
“Yılbaşında herkes parasını harcamış oluyor, gelen giden olmuyor.”
Hasan güldü: “Bedirhan abiler yine gelip kiremit sipariş ediyordur yine ama!”
“Tabii oğlum, tabii! Onlar kıyamet günü bile burada olurlar, sen merak etme…”
(“Kıyamet günü gelse de rahat etsek.”)
“Ne dedin Eylül abla?”
Bu sigaram balkondan hortumla yolları yıkayan teyzeye.
“Ee, baktım oraya da bir şey anlamadım. Teyze var bi tane. Yolları yıkıyor.”
“Boşver karışma Eylül ablana. Ona geliyorlar böyle bazen.”
Beni mıknatısa ulaşmaya çalışan metal tanecikleri gibi dikizledi: “İyi tamam.”
Bu sigaram balkondan hortumla yolları yıkayan teyzeye. Belki de dün doğdu, kim bilir? Daha önce hiç görmediğim bir ruh o. Ama birazdan ikamet ettiği o kırışık cesedi terk edecekmiş gibi duran bir ruh. Sigara dumanımın arkasında buharlaşan bir ruh. İnsan, hem ölüme, hem doğuma, nasıl aynı anda bu kadar yakın konumlanabilir?
Bu sigaram balkondan hortumla yolları yıkayan teyzeye. Kim bilir kaç kişiye kaç tane sigara adadım şu güne dek, işe başladığımdan beri. Kim bilir kaç zaman geçti şu ana dek, yoğun günlerde (zehirli de olsa) bir nefes alabilmek için sigaraya başladığımdan beri. Her mesai beş on dakika kazanabilmek için hayatımdan yirmi beş yıl kaybetmişim, dediklerine göre. Sigara molamızı verdiğimiz yangın çıkışının önündeki küller birikti de dağ oldu, ama şu ruhu daha önce hiç görmemiştim. Grimtrak ve durağan; küllerimi toplayıp inşa etmişler sanki teyzeyi. Balkondan hortumla yolları yıkıyor. Belki de dün doğdu. Belki de yarın ölecek. Aynı şeyleri düşünmekten başım ağrıdı. Keşke ben de yarın ölsem.
Gürhan, sigarasını, balkondan hortumla yolları yıkayan teyzeye fırlattı.
“Tamam. Gel hadi Hasan. Müdür kızar.”
Konuşmalar da, birbirine bulanıyor ve buharlaşıyordu.
“Eylül abla, gelmicen mi sen?”
“Ya bırak sen de, ne Eylül ablaymış. Bak, Eylül ablana geldiklerinde o da işe gelemez.”
“Ney? Anlamadım.”
Konuşmalar da, birbirine bulanıyor ve buharlaşıyordu. Teyzenin ıslattığı betondan çıkan o sis gibi, yaktığım bu sigaralar gibi. Birbirine bulanıyor ve buharlaşıyorlardı… Dünkü sigaramsa Hasan’aydı. Daha iki haftadır burada, daha yirmi yıldır hayatta. Öğreniyor. Hep yenisi gelir, eskisi öğretir; eskisi gider, yenisi gelir. Ama ben yenisini getiremedim dünyaya hiç. Ne karılığa, ne anneliğe layık oldum. Nasıl layık olurdum, öğrenemedim hiç. Öğrenemeyeceğim. Tutkumun ateşi yetersiz geldi dünyaya, söndürülmesi gerekti. Bu sigaralar, bu restoran, Bedirhanlar; hepsi yüreğimin bastırılması için. İçerdeki tüm porselenleri parçalayacak sesimi susturmak için.
Porselen sesleri de, birbirine bulanıyor ve buharlaşıyordu. Teyzenin ıslattığı betondan çıkan o tiz sis gibi. Güneşin yaktığı sigaralardan biridir o yaşlı yol. Bir çekti mi buhar olur, buhar güneşin ciğerlerine ulaşır. Böyle devam edebilir ancak kozmik amacına. Yoksa uzayın stresi fazladır. Dünyanın yaşını almazsa, sönüverir depresyondan. Suyumuzu, yaşamımızı almalı ki yaşamımız devam etsin… Böyle düşünmek iyi geldi. Bak sen ki tutkumun huzur içinde öldüğü anlardan birinde buldum kendimi. Teşekkür ederim, balkondan hortumla yolları yıkayan teyze. Bu sigaram sana.
Elindeki şelaleden sıçrayan bir damla su, sigaramın ucuna isabet etti. Huzur içinde sönüverdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder