Ara...

4.10.2025

104 Metre Solu

 "Şarjım az, tamam."

Beynimin frekansı sarsıldı; güneş gökte güpgüneş. Bütün toprağa limon sıkıyor. Ben de bir toprağım, benim de derimi asidiyle ağlatıyor. Islak gözlerim onu çağırıyor, fakat görmek istemiyorum. Tabii bakmak ne kadar imkânsızsa görmemek de o kadar imkânsız.

"Güneş ne tarafında, tamam."

Birkaç sayı sıçradı telsizden. Pusulama baktım, küçük bir hesaplama yaptım ve yola çıktım, motosikletimin son gücüyle. Yol kilometreler sürecek olmalıydı, çölün sarmaşıklarının arasında; ormanın kumları arasında.

Güneşin elbette farkındaydım, ama bazen kafam karışıyordu. Işınları güneşin, çevresel görüşüme yukarıdan değil aşağıdan saldırıyordu. Güneş motorumun motoru olmuştu da parıldayışına orada devam ediyordu sanki. Kalçamı kavuruyordu. Yol boyu. Ateş oluyordum. Düşüncelerimin nefesi bitiyordu. Sadece gönülsüz bir gaz veriyordum.

Motorum eskimişti. Senelerce hücremin güneşinin altında beklemişti. Kaç sene? Neyse. Düşünmeyi bırakmalıydım. Ona ulaşmalıydım! O her kimse artık. Birine ulaşmalıydım.


Birazdan motorum son gazını verecekti ama kimsecikler yoktu. Konuştum.

"Hayatım, nerdesin, tamam."

Gittikçe korktum ve gittikçe yavaşladım. Ama yavaş gitmek bu sıcakta çok zordu. Bu sıcakta her şey zordu; gözlerim sararıyordu. Bir dakika sonra konuştu.

"Uzaktan motor sesi duyuyorum, tamam... Solumda, tamam."

Durdum. Nefesim kesildi. Güneşi yakınlaştırmaya çalışırmışçasına soluk alıyordum. Direksiyonum dönmeyi bırakalı birkaç yüz metre olmuştu, sağa öyle dönemezdim. Sürekli elim alnıma gidiyordu. Çaresizce seçenek aradığımı düşündüm, azim adı altında. Canlı canlı pişirilen bir ıstakoz gibiydim. Tek yapabildiğim kıskaçlarımı hareket ettirebilmekti. Ben de öyle yaptım. Kendimi topladım ve aracımın kollarını kıskaçlarıma aldım.

Gösterdiğim kuvvet kafama düştü; evet, hesaplamayı yanlış yapmıştım! Elbette solumda kalacaktı. Elim yine alnıma gitti, alnıma vurdum defalarca, sertçe. Üniversite yıllarımı düşündüm. Sürdürdüğüm arkadaşlıkları, kalıp geçtiğim sınavları. Hepsi böyle hayati bir anda ahmakça bir hata yapabilmek için miydi?

104 metre. Verdiği güneş açısına göre 104 metre solunda olmalıydım. Öfkeli bir güçle yeniden kaldırdım motoru, güneşe hınçla bakarak. Gözlerim yandı ve bir daha baktım. Bir daha ve bir daha. Gözüm kararmaya başladı. Güneşten mi sıcağından mı bilemedim. Yeniden hata yapamazdım. Güneş, pusula... Yeniden mi hata yapmıştım? Anlamıyordum, anlayamıyordum! Yazıklar olsun. Kumun; çimin üstüne yatmak istedim. Seçeneksizliğimi nihayet kabullenmek istedim. Ağlamak istedim.


Bir baktım ki elim yeniden gazdaydı. Tutmadığım o birkaç dakikada direksiyon da yanmıştı, bir sobaya dokunduğumu hissettirmişti. Motor da sanki hiç dinlendirmemişim gibiydi. Sürekli arkamda yangın başladığını sanıyordum, bir alevin beni kovaladığını. Tıpkı Enes'in beni profesörlerin odalarının önünde kovalaması gibi. O anı çok önemli bilmiştim, hayatım bitti demiştim. "Neyine lan benim sevgilim!" Bağırışı kulağımda yankılandı. Evet, ne haddimeydi, değil mi? Bırak bir kadının kaçamağı olmayı, birinin benden hoşlanmasını imkânsız görmüştüm. Birinin yalanı olmayı da kendime çok yakıştırmış, gurur duymuştum. Sonra tiksinmiştim kendimden.

Kişisel tiksintimi nihayet hırsa çevirdiğim anın o an olmasını da hiç beklemezdim, değil mi? Gerçekten de yirmiye kadarki hayatım kendimden tiksinmemle, çekidüzeni hedeflememle ve yapılacak şeylerin altında boğulmamla, yanıp kavrulmamla geçmişti. Ama o akşamki gözyaşlarım değiştirmişti her şeyi. O akşam bir şey oldu, yapacağım dedim ve yaptım. Müzik yaptım, yazı yazdım, resim çizdim, kitap okudum, iyice ders çalıştım ve bolca spor yaptım. Son sene, bir daha kovalamaya asla cürret edemeyeceği o kas yığınına yaklaşıp ders notu isteme cesaretini kendinde bulduğunda Enes, bir süre çok iyi arkadaş olduk. Güzel bir histi bu. Üniversiteden kendim hakkında çok iyi hissederek, nişanlımın da çok gurur duyduğu biri olarak mezun olmuştum. O an sanki hayat bana bir diplomayla yaklaşmış, bir daha asla bozulmayacağına dair söz vermişti. Ta ki mafyayı yatağımda bulana kadar; Enes’e dönüşene kadar…


Ama hayat, motorumun bozulmayacağına dair söz vermemişti. Tepeciği geçmeden hemen önce sağa sola savrulmaya başladım. El sallayan birini görür gibi oldum, kuru boğazım gülümsedi. Ter damlalarım kenara çekildi, gözyaşımı selamladı. Önce 26, sonra 52, sonra 104 santim savruldum derken güneşe takıldım ve uçtum. Uçtuk, ben ve motorum. Süzüldük. Yerçekimi de selamladı gözyaşımı. Sarı her yer mor oldu, galaksi oldu. Tüm yaratılış oldu. Herkesin üniversite anısı oldu, üniversiteli herkes oldu. Aldatılan her erkek oldu. Azmeden her dünyalı oldu. Bütün uzaylar ve uzaylılar oldu. Astral bir stadyumda süzüldüm. El sallayan siyah silüet belirdi, bana doğru yüzdü kara kara. Parmağını uzattı, denizleri sığdırdığı. Kalbim yok oldu. Fizyolojim kalmadı. Bir elimle bilimi fırlattım, ötekinin parmağını dörde böldüm. Dört kıskacımla sarıldım denizlere.

Hayatın tüm sözleriyle ve tüm aldatmalarıyla, var olduğu sürece değerli olduğunu umdum o an. "Hayat var! Ölüm var! Başka bir şey yok!" diye tezahüratlar yükseldi uzaylılardan. Önce yumuşaktı, sonra gürleşti. Herkes bağırdı, hep bir ağızdan. Öyle ki yer çatladı. Evren boyu çöller; ormanlar döküldü. Uzayın moru ve zamanın camı kırıldı. Tezahürat güneşe, beyaz bir ışığa dönüştü. Her şeyi aldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder