Ara...

4.10.2025

Alış ve Kendini Veriş

Sürekli bir endişe içerisindeydim, bir korku, huzursuzluk gittiğim her yerde bedenimi ele geçiriyordu. Bugün ise hissettiğim endişenin içine sürüklenecektim…

Şehrin en görkemli mağazalarından birinde gezinirken gördüğüm her şeyi sorgularken buldum kendimi. Bu saatler zamanı ölçmeye yeter miydi? Bu şık kolyeleri takanlar ne iş yapıyorlardı? Bir raf dolusu minik çantaya ne sığdırabilirdin, ıslak mendil mi yoksa nemli çöp torbası mı? Kıyafetlerin asılı olduğu keskin askılar bana zarar veriyor gibiydi. Endişe içinde kirli hissediyordum, kendimi o poşete sokup taşımak istiyordum.

Bam! Kalp atışları hızlandı, rahatça dolaşanların. İnsanların çığlıklarını duydum, kaçmaya çalışıyorlardı. İçeriye giren silahlı dört adamı o an farkettim. Adamlardan biri, zayıf ve korku dolu gözlerini gizlemeye çalışan bir kızı rehin almıştı. Elbiselerin arkasına çömeldim, sesimi duyurmadan polisi aramaya çalışacaktım ki adamların en çelimsiz duranı, yüzündeki maskeye rağmen bir eliyle yüzünü örtmeye çalışarak bana doğru yürüdü. Diğer iki adam kasadaki bütün parayı çantalarına dolduruyordu. Dilim tutulmuş, nefesim kesilmişti. Belki de bugün, hemen şimdi ölecektim. Çelimsiz adam yanıma gelip çömeldi ve telefonumu kapıp fırlattı. Ağzından belli belirsiz bir cümlenin çıktığını duydum: “Beni affedin,” demişti. Endişeli gözlerle, bir rehin alınan kıza, bir önümdeki adama baktım.

Nasıl değişmişti bir anda dünya? Belki bir yakınımıza doğum günü hediyesi, belki bize en çok yakışacak kıyafeti veya ayağımızı ağrıtmayacak bir ayakkabıyı ararken şimdi aldığımız bir nefes için bile şükretmeye başlamıştık. Ama ben şükrün gerçekten ne olduğunu hâlâ kavrayamamıştım. Hiçbir zaman cesur birisi olamadım, kurtarıcı bir melek olamadım. Bu vahşi insanların gerçek olduğuna inanmak istemiyordum. Ama bu anda bedenimde bir rahatlama, bir boşalma ve eğitimin onlara öğretemediği bir şey; merhamet hissettim. Bunu o çelimsiz adamın da hissettiğini düşünmüştüm bir an. Sakladığı yüzünün altında gerçekten ne döndüğünü bilmememe rağmen, hareketleri her an yere çömelip ağlayacak gibiydi. 

Diğerleri işlerini tamamlayacakları anda bir silah sesi duyuldu. Onlar gaddar olanlardı. Rehin alınanın yere düştüğünü gördüğüm an hayat durdu. Hayat, devam etmeye zorlanıyordu. Hayat sürükleniyordu. 

Saklandığım yerde hıçkırıklarımı tutmaya çalıştım. Çelimsiz adam deliye dönmüş gibi bağırdı, hırsızlar ise kaçmaya başlamışlardı bile. Yanıma çömelip ağlamaya başladı. Bir an onunla aynı duruma düştüğümüzü hissettim. İkimizden de eksiliyordu; zaten ince olan kabuklarımız kolayca soyuluyordu. İnanamıyordum buna, bugüne, hem bir soyguna hem bir cinayete şahit olduğuma. Hem de bir gaddarlığın içine sürüklenmeye besbelli zorlanmış bu adama.

Böyle olmasını istemezdim. Etimden kemiğime kadar borca bulanmayı, bir çok canı kendi ailem uğruna riske atmayı istemezdim. Bu soygunu yapmazsam ailemi kaybedecektim. Anneme ve babama hiçbir zaman iyi bir evlat, kardeşimeyse hiçbir zaman iyi bir abi olamadım. Ama bu kadarı da fazla, onların öldürülmesine göz yumamam. Başımdan büyük işlere kalkıştım, sokaklarda sabahladım, olmadı. Tanrı beni affedecek mi, kendi yarattığım acıyı kendim hafifletince, kendi yarattığı kulu kendini kurtarmayı öğrenince? 

 Arkamdan ittirile ittirile hazırlandım. Maskeler, torbalar hatta silahlar her saniye anlamsızlaştı. Bir an önce bitmesini, kimsenin zarar görmemesini istiyordum. Soyacağımız mağazaya uzaktan baktım. İnsanlar alışveriş yapıyorlar, çocuklar anne babalarının yanında oyuncak seçiyorlardı. Küçük bir oğlanı kendime benzettim o an, annesinin eteğini çekiştiriyor, ama kadın kulağına tuttuğu telefonuyla konuşmayı kesmiyordu. Hatırladım, vasıfsız birisiydim. Babamın sürekli dediği gibi, başarısızlıkla kuşatılmışım.  

 Dört kişi içeriye daldık. Soygun başlamıştı, kendimden o kadar utanıyordum ki çırılçıplak hissettim. Paraları toplarken, köşeye bir yere pusmuş bir kadın gördüm, elinde telefonla bir şeyler yapıyordu. Yanına gittim ve telefonu elinden alıp fırlattım. (Suçluyum ben, beni affedin, sizin gibi ben de kendimi kurtarmaya çalışıyorum, beni affedin…)

 Acımasızca her şeyi talan etmemiz, hatta birini rehin alacak kadar umarsız ve cani olmamız beni afallatıyordu. Özür dileyemem ölümden, fakirlikten sürünen çocukluğumdan ve her gece aç uyuyup aç uyanacak olmaktan. Sefilliğin içinde büyümüş; parayla yıkansa bile temizlenemeyecek bu bedenden medet umamazdım. Öyle ya, hala yaşamaya çalışıyordum. Yapamamayı bile başaramıyor, umutları öldüremiyordum. Bu soygun, derimi yüzmeye ve ondan duvar örmeye söz verdiğim andı. 

 Silah sesi yankılandı. Yere düşen bendim. Ben olacaktım bütün insanlık, bu vahşet benim doğamdan geliyordu. Ürüyor ve türüyordu... Kendi kaderim adına mağazayı sefilliğe sürüklemiştim. Bütün o kaçmaya çalışan insanların zihninde, karanlık ve kaskatı bir silüete dönüştüm. İşinde iyi olanlar suçluları arıyordu, onlar gibi ben de bulamıyordum. Ya kalpti, ya mantık; hangisiyse, bir daha asla kaçamamalıydı. 

Rüzgarı bedenimde hissettim, gittikçe şiddetlenen. Yeri ıskalamak benim türümün özelliği değildi. Bedenimin sonunun bu şekilde gelmesine inanılmaz bir arzu hissettim. (Uçmayı bu yüzden öğrenemiyor olmalıydık.)

2 yorum:

Adsız dedi ki...

inanılmaz yazıyorsun. Leman Sabah.

Adsız dedi ki...

yeri ıskalamak kısmı otostopçunun galaksi rehberine gönderme sanırım :)

Yorum Gönder