Karşımda bir çocuk,
Açlıktan yakınıyor.
Karşımda debeleniyor
Ağlayan bir çocuk.
Midede hareket devamlı.
Yemezse duramaz aklı.
İyice geçiştirmeden,
Bırakamaz kıvranmayı.
Kerem Çinpolat ile Leman Sabah sevgili olduklarından beri verimliliklerini arttırmak için Hobiko (Hobi Koruma) dedikleri bir oyun oynuyor. Basitçe, seçtikleri altı farklı hobiden herhangi birini 10 dakika yaptıklarında kendilerine puan yazıyorlar. Ayın sonundaysa en çok puan alan kazanıyor, kaybeden onu ödüllendiriyor. Bu blogdaki eserler, Hobiko’da puan almak için yazdıklarıdır. İyi okumalar. Yorumlarınızı bekliyorlar.
Karşımda bir çocuk,
Açlıktan yakınıyor.
Karşımda debeleniyor
Ağlayan bir çocuk.
Midede hareket devamlı.
Yemezse duramaz aklı.
İyice geçiştirmeden,
Bırakamaz kıvranmayı.
Kaygan yokuş yaşı olan,
Pabuçlardan—yaş alan,
Jenerasyonlara aktarılan,
Upuzun yolda—bi adam.
Sorular sorar geçimsizce
Ne giderir derdini, gizlice?
Sisli yere dokunan taban,
Bir de orada kalmayı bilse.
“Göğü delen” uzunca tuğlalar…
Bu şehir ağaçlara yakınır,
Beyni pis sularda yıkanır,
Tuğlaları deviren ellere sığınır.
Gittikçe anlamsızlaşan göğe,
Maviye biçimsizce boyanır.
Onlarca farklı insanın parfümleri,
Kokular karışıyor birbirine.
Hepsinde birer yaşam belirtisi.
Solunan havanın silsilesiyle,
Ciğerler karışıyor birbirine.
Gözlerimi yaşartmayan bir soğan
Buldum.
Kokuma aşık olan.
Bana doğru yeşeren yapraklar,
Kökleri koruyan topraktı.
Ellerimi ısıtan bir kartopu
Tuttum.
Tenime aşık olan.
Koluma doğru sızan sular,
Havayı saran bulutlardı.
Küçük çocuk, büyükçe beden.
Oyuncağına dolanmış sinsiden.
Kuyruğuna basılan yılandan,
Büyük suçlara, küçükçe siren.
Boşa beklemek kâr mı sabahı?
Ne ile besler bu çocuk yılanı?
Kolları olsa ipe vurulmaz pulları.
Beceriksiz parmak sorunları,
Bu defa yükseltti göğe suları.
Çoğunlukla mantıksız
Suda yüzen bir kafa,
Ya da deniz atı çayırda.
Dört nala koşan balık,
Veya bir kuş ahırda.
Mazur görsen aklımı,
Dağa bir çadır kursam.
Tepeye tahta merdiven
Bir düşüp de devrilsem.
“Ah!–”
Zehirden emin olamam,
Zamanı tanıyana kadar.
Ağrıyor boynum, kırılıyor.
Cezasından kaçamam.
Bir dörtlük daha, kalemime.
Yakışan neyse onunla
Ödemeye,
Günün yazısı, günün sözü.
Hüzün yazısı, yüzün süsü.
Bağcığım takılı zincire,
Düzeni bozar uzun ince.
Gün döner ölü incire.
Yüzüğüm yapışık ele.
Bulamam sineklik kendime,
Görülüp saklanılan pencere.
Nakliye aracının kasası her ne kadar zifiri karanlık olsa da, eşyalarımın her birini gözlerimle seçebiliyordum. Yıllardır çok bakmıştım onlara, ezberlemiştim. Masamın, sandalyemin, fiskosumun, televizyonumun, gardırobumun ve diğer her şeyimin etrafımdaki alanı ne kadar kapladıklarının oldukça farkındaydım. Yolun engebelerinin onları nasıl sıçrattığını hissedebiliyor, motorun sesiyle beraber camların titreşimini duyabiliyordum. Korkmuş gibilerdi, ama zaruri bir korkuydu.
Kasanın duvarına yaslanmış, dizlerime sarılmış, arabanın her titreşimiyle beraber tebessüm edip duruyordum; müthiş hissediyordum! Şöyle bir gerçek var ki insanlar belirli bir yaşa ulaştıktan sonra sahip oldukları tek bir arzu kalır: Keyifli bir meslek. Ben de işte, o yaşa ulaşıp bunu arzulamıştım ve nihayet bu arzumu tatmin etmek üzereydim. Hayatımızın atlayacağı boyutun büyüsü altında, aynı yürüyen kasayı paylaştığımız mobilyalarıma: yani ev arkadaşlarıma, karılarıma ve çocuklarıma bir göz attım. Nihayet korkmayı bırakmışlardı. Oracıkta evimin yeniden vücut bulduğunu hissettim. Mobilyalarım tekrar günlük sohbetlerine başladılar. O an beni gerçekten evimde olduğuma ve sadece elektriklerin kesilmiş olduğuna inandırabilirdiniz.
Araba durdu. Kapılarının sesini duydum. Adımlarının sesini duydum. Kepenk açıldığında güneş gözümüzü yaktı; benim ve mobilyalarımın. Çıktım, taşıma işlemine hazırlandılar. Yeni mahalleme bir kez daha göz attım, merakla. Evimin balkonunu seçebildiğimde nihayet, gülümsedim. O tebessümü kullanarak aynı zamanda da nakliyecilere kasada oturmama izin verdikleri için samimi bir teşekkür edip ellerini sıktım. Aynı ellerle yeni evime hayat verdik.
Sığamam bu kutulara,
Bolca kuşanmış aynalarla.
Birisi değil, bin tanesi,
Beni boğacak tuşlarla.
Dokusu ince, sesi yok.
Bağıramam boğazdan.
Reçete, reçete beynime,
İyice işlensin derinime.
Gir. Ete buda,
Dişi sabit İsa,
Olan bakan Rab,
Mutsuzluğu bulan,
Bihaberdir sondan.
Kızıl damarlı gözler
Uzanır kan nehrine.
Sıcak boynun üşür
Sivri bir çelik ile
Ama tek dua
Dion, ay, sus!
Dün- ya, sen,
Sen de
O- va.
Pasaklı bir tüy yumağına,
Rast geldim sokaklarda.
Anlamsız sanılmış olsa da,
Asıl iletişim derinden.
Dilsizi oynayan—yine ben.
Bazen acele gerekir;
Bugün en yüce örneği
Mesele fazla mühimdir,
Kendiciğini unutursun
Kalbimin duracağından,
Kendimi aştığımdan,